MİTİNGLERDE ÖFKE VE ŞİDDET PSİKOLOJİSİ
Son günlerde ülkede yaşanan tatsız olaylar dan sonra bu yazıyı yazma gerekliliği duydum evet tatsız olaylar yaşıyoruz tatsız durumlarla karşılaşıyoruz Sevgi ve saygının geri plana atıldığı şiddet ve öfkenin yoğun olduğu günlerden geçiyoruz bu yüzden hem kendi psikolojik sağlığımızı korumak adına hem de insanlarla empati yapmak, onların yaşadıklarını anlamak adına bu yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum.
Öncelikle öfke ve şiddetin tanımlarını yaparak başlamak istiyorum. Öfke, bireyin bir engellenme durumu, tehdit, haksızlık veya kişisel değerlerine yönelik bir saldırı algıladığında ortaya çıkan temel bir duygudur. Psikolojide, öfkenin doğal ve işlevsel bir tepki olduğu kabul edilir; örneğin sınırların korunması veya adaletsizliklere karşı harekete geçmek için motive edici olabilir. Ancak kontrolsüz veya kronik hale geldiğinde, kişilerarası ilişkilerde çatışmalara, fizyolojik strese (yüksek tansiyon gibi) ve ruh sağlığı sorunlarına (anksiyete, depresyon) yol açabilir.
Şiddet ise bir bireyin veya grubun başkalarına fiziksel, duygusal veya psikolojik zarar verme niyetiyle kasıtlı olarak güç kullanmasıdır. Psikolojik açıdan, şiddet genellikle öğrenilmiş davranışlar (aile içi şiddet gözlemi), dürtü kontrol bozuklukları veya sosyal normların içselleştirilmesi (örneğin “erkeklik” kavramıyla ilişkilendirilen saldırganlık) gibi faktörlerle bağlantılıdır. Şiddetin temelinde öfke olabileceği gibi, güç elde etme, korku veya manipülasyon gibi başka motivasyonlar da yatabilir.
Öfke, şiddetin potansiyel bir tetikleyicisidir ancak otomatik olarak şiddete yol açmaz. Bu süreç, bireyin duygu düzenleme becerileri, sosyal bağlam ve bilişsel değerlendirmeleri ile şekillenir. Örneğin, dürtüselliği yüksek kişilerde öfke, fiziksel saldırganlığa daha hızlı dönüşebilir. Albert Bandura’nın Sosyal Öğrenme Kuramı‘na göre, şiddet davranışı çoğunlukla gözlem yoluyla öğrenilir. Bir çocuk, öfkesini şiddetle ifade eden ebeveynini model alırsa, bu davranışı normalleştirebilir. Bu durumda öfke ile şiddet arasındaki bağ, koşullanmış bir tepki haline gelir. Tüm şiddet eylemleri öfkeden kaynaklanmaz. Örneğin, bazı insanlar şiddeti bir kontrol aracı (örneğin zorbalık) veya korku tepkisi (savunma amaçlı saldırganlık) olarak kullanabilir. Öte yandan, kronik öfke genellikle duygusal aşırı yükleme nedeniyle şiddetle sonuçlanabilir.
Öfke bir duygu, şiddet ise bir davranış olduğundan, aralarında doğrudan bir nedensellik yoktur. Psikoterapide öfke yönetimi teknikleri (nefes egzersizleri, alternatif düşünme stratejileri) ile şiddet riski azaltılabilir. Ancak şiddetin kökeninde yatan nedenler daha kapsamlı müdahaleler gerektirebilir.
Peki mitinglerdeki öfke ve şiddeti nasıl yorumlamalıyız? Miting ve protesto eylemlerinde öfke ve şiddet olmalı mıdır? Şiddet olmadan da öfke ifade edilebilir mi? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.
Protestocular genellikle ekonomik eşitsizlik, adaletsiz yasalar veya siyasi temsil eksikliği gibi temel sorunlara karşı harekete geçer. Öfke, bu sorunların uzun süre göz ardı edilmesi veya çözümsüz kalmasıyla birikmiş bir tepkidir. Örneğin, genç bir protestocu, “Geleceğimiz çalınıyor, sesimizi duyurmaktan başka seçeneğimiz yok” diyerek bu çaresizliği ifade edebilir.
Bu çaresizliğin ve haksızlığın doğurduğu öfkenin şiddete dönüşmesinin üç temel nedeni vardır. Bunlar;
Provokasyon ve Kışkırtma: Bazı durumlarda polisin orantısız güç kullanımı (göz yaşartıcı gaz, coplar) protestocuların savunma refleksiyle şiddete başvurmasına yol açabilir.
Grup Psikolojisi: Kalabalık içinde bireyler, kimliklerini kaybederek daha saldırgan davranışlar sergileyebilir.
Medyanın Rolü: Şiddet içeren eylemlerin medyada daha fazla yer bulması, bazı protestocuların dikkat çekmek için bu yöntemlere başvurmasına neden olabilir.
Polis, yasal sorumluluğu gereği protestoların kontrolden çıkmaması için müdahale etmek zorunda kalır. Ancak bu müdahale sırasında:
Tehdit Algısı: Protestocuların taş, molotof kokteyli gibi nesneler kullanması, polislerin kendilerini fiziksel risk altında hissetmesine yol açar.
Eğitim ve Kaynak Eksikliği: Bazı polis birimlerinde çatışma çözümü veya psikolojik destek eğitimlerinin yetersiz olması, stres anında refleksif şiddete yol açabilir.
Toplumsal Eleştirinin Yükü: Polis, “otoritenin temsilcisi” olarak görüldüğünden, protestocuların öfkesi bireysel polis memurlarına yönelik kişiselleşebilir.
Bu durumda her iki tarafın da empatik davranması ve aslında öfkesinin hedefinin karşısındaki polis veya hakkını arayan ve protesto eden halk olmadığını anlaması gerekmektedir. Sorunun sistematik olduğunu ve oradaki herkesin bir sorumluluk ve görev bilinci ile orada olduğunu kabul etmelidirler. Aksi taktirde öfke şiddete dönüşür ve şiddet de daha çok öfkeye yol açar. Bu kısır döngüde şiddet ve öfke katlanarak artar ve her iki taraf da hak etmediği şekilde zarar görür.
Polisin tüm protestocuları “potansiyel suçlu” olarak görmek yerine, meşru talepleri olan vatandaşlar olarak algılaması ve öfkelerinin kişisel bir saldırı değil, sosyal adalet arayışı olduğunu kabul etmesi önemlidir. Aynı şekilde protesto eden halkın da sorunun sistematik olduğunu anlaması, polisin görevi gereğince orda olmak zorunda olduğunu ve nihayetinde onların da insani sınırları olduğunu (yorgunluk, korku) unutmamalıdırlar.
Peki tüm bu bilgiler sonucunda nasıl önlemler alınabilir, ne tür önerilerde bulunulabilir? Protesto öncesinde polis ve organizatörler arasında güven artırıcı toplantılar düzenlenmesi, tarafsız üçüncü tarafların çatışma anında iletişimi kolaylaştırması Polise psikolojik dayanıklılık eğitimleri ve şiddetsiz iletişim teknikleri öğretilmesi, protestoculara yönelik sivil itaatsizlik eğitimleri (hukuki haklar, barışçıl eylem stratejileri) protesto öncesi önleyici etkenlerdir.
Polis bariyerlerinin şeffaf ve konuşmaya açık tasarımlarla yeniden düzenlenmesi, polis memurlarının kasklarını çıkararak yüz yüze iletişim kurması, protestocuların pankartlarda “Güvenlik görevlileri de insandır” gibi mesajlar taşıması, medyanın da bu konuda sorumluluk alıp haberlerde yalnızca şiddet görüntülerine değil, diyalog çabalarına da yer verilmesi protesto esnasındaki önleyici etkenlerdir.
Öfke ve şiddet, her iki tarafın da “öteki”yi insanlıktan çıkarmasıyla derinleşir. Polis, protestocuları “düzen düşmanı”; protestocular ise polisi “iktidarın sopası” olarak görmeyi bıraktığında, gerçek çözümler için alan açılabilir. Unutulmamalıdır ki, bir protestonun en başarılı hâli, polisin müdahale etmek zorunda kalmadığı ve halkın duygularını özgürce ifade edebildiği halidir.